Türkiye'de kadınların siyasi alanda etkinlik göstermeleri, uzun bir mücadele sürecinin sonucunda mümkün olmuştur. Kadın hakları ile ilgili tartışmalar, Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanmakla birlikte, bu hakların resmi olarak tanınması Cumhuriyet dönemine denk gelmektedir. Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı, 1934 yılında, yani Cumhuriyet'in ilanından sadece 11 yıl sonra verilmiştir. Bu tarih, Türk kadınlarının toplumsal ve siyasal hayattaki yerini sağlamlaştırma adına oldukça önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Türkiye'nin modernleşme sürecinde, kadın hakları mücadelesi, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesiyle paralel bir gelişim göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde kadınların toplumsal yaşamdaki rolü sınırlıydı ve bu dönemde kadınların siyasi alanla ilişkisi oldukça zayıftı. Ancak Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, Atatürk ve arkadaşları, kadınların toplumsal yaşamdaki yerlerini güçlendirmek için çeşitli reformlar yapmaya başladılar. 1930 yılında, Türk kadınları belediye seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip oldular. Ancak asıl devrim, 1934 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile sağlandı. Bu değişiklik ile kadınlar, hem seçme hem de seçilme hakkına kavuşmuşlardır.
Bu gelişme, kadınların toplumsal hayatta ve siyasette daha aktif rol alması için bir kapı aralamış, sadece Türkiye'de değil, dünya genelinde kadın hakları mücadelesini de etkilemiştir. Seçme ve seçilme hakkının verilmesi, kadınların siyasetteki temsili açısından büyük bir adım olmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliği yolunda atılmış önemli bir adım olmuştur.
Kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmesi, yalnızca siyasi bir hak değil, aynı zamanda bir toplumsal değişimin habercisiydi. Bu olay, kadınların eğitim, sağlık, çalışma hayatı gibi birçok alanda daha öne çıkmalarını sağlamış ve toplumda cinsiyet eşitliği bilincinin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Kadınlar, 1935 genel seçimlerinde TBMM'ye 18 milletvekili ile girmeyi başarmışlardır. Bu, kadınların siyasetin içine ne denli entegre olduklarının bir göstergesidir.
Seçme ve seçilme hakkının kazanılması, Türkiye'nin çağdaş dünya ile bütünleşme çabalarının bir parçası olarak da görülebilir. Bu durum, Türk kadınının toplumsal yaşamda daha aktif bir rol alması ve kendi haklarını daha fazla savunabilmesi anlamına gelmiştir. Günümüzde, Türkiye'deki kadın sayısı siyasi alanda giderek artmakta; kadın temsilinin artması, daha fazla kadın sorunlarının gündeme gelmesine ve çözüm yollarının geliştirilmesine olanak sağlamaktadır.
Bunun yanı sıra, Türkiye'nin ilk kadın cumhurbaşkanı adayı, ilk kadın belediye başkanı gibi çarpıcı örnekler, kadınların siyasette giderek daha önemli bir yer edindiğini göstermektedir. Ancak bu yolculuk, hala birçok zorlukla doludur. Kadınların siyasette tam anlamıyla eşit bir yer bulabilmeleri için toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik eğitimler, yasaların güçlendirilmesi ve siyasi partilerin bu konuda daha fazla duyarlılık göstermesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye'de kadınların seçme ve seçilme hakkı, sadece bir hak olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşümün parçası olarak değerlendirilmektedir. Bu hakların kazanılması ile birlikte kadınlar, sadece birey olarak değil, toplumun parçaları olarak da daha görünür hale gelmişlerdir. Gelecekte, bu hakların daha da güçlenmesi ve kadınların siyasette, iş hayatında ve tüm sosyal alanlarda eşit temsili sağlanması umulmaktadır. Kadınların statüleri ne kadar güçlenirse, toplumsal yapının da o kadar sağlamlaşacağına inanılmaktadır. Bu nedenle, kadın haklarının savunulması ve geliştirilmesi, sadece kadınların değil, tüm toplumun yararınadır.